23 Şubat 2008 Cumartesi

AŞK SESSİZ,SEVGİ DİLSİZDİR


Kocişkoma bozulurum çoğu zaman,saatlerce oturalım bazen, laf atmasan söylenecek bir adat sözcüğü yoktur.Ben ona " canım hayatım " diyerek sevgimi her mekanda ve toplulukta sık sık ifade etmeye çalışsam, kendi böyle hoş sözler söylemediği gibi,ben söyleyince bir de "ayıp oluyor" babından hafifce göz bile ağartır. "Sen beni sevmiyorsun ,hiç söylemiyorsun ki,hiç şımartmıyorsun ki "derim o yine sessizce "Allah biliyor" der beni yine öylece sessizce susturur.

Evet gözleri gözlerimdedir.Hem de nasıl içimi ısıtır bakışları.Dili şakada olsa, beni üzecek azıcık bir kaç sözcük bile söylese titrer.Her karşılaşmada heyecanlanır kalp atışlarını uzaktan dahi olsa hissederim ama insan da hele dişi cinsinden olunca şımartılmak,hoş sözler duymak istiyor.

İşte konumuzla ilgili olarak bu gün bir mail aldım kocişkomdan.Sizlerle paylaşmak istiyorum okuyunca galiba sizlerde benim gibi sessiz kalan aşkınız ve dilsiz sevginiz için üzülmeyeceksiniz eskisi kadar.

Bir kadının Aşkı...

Karımı 1998'in sonbaharında kaybettim...Yedi senelik evliliğimizin iki senesini kanser tedavisi için hastanelerde geçirmiştik.

Karım, her evlilik yıldönümümüzde ikimizin fotoğrafını çerçeveler,"Bunlar bizim hayatımızın gölgeleri"derdi.. Öldüğünde, yedi tane resmimiz vardı.

97'in bir gecesinde onu aldattım. Oysa ona sürekli onu ne kadar çok sevdiğimi ve sonsuza kadar sadık kalacağımı söylerdim.

Ölmeden iki hafta önce yine aynı şeyi tekrarladım. Tuhaf bir gülümsemeyle baktı bana ve sadece:"Biliyorum" dedi.

İzmir'e kar yağdığı gün, yani bir ay önce, evdeydim.Fotoğraflarımıza bakıyordum yine... Her çerçevenin altında bir harf olduğunu ilk kez o gün fark ettim.-A.-R.-K.-A.-S.-I.-N.Gerisi için yılları yetmemişti.Ama sanırım "Arkasına bak" yazmaya filan niyetlenmişti.Hemen çerçevelerin arkasına baktım. Hiçbir şey yoktu. Sonra birşey dürttü beni, hepsini teker teker söktüm. İnanabiliyor musunuz,her birinin arkasından bir mektup çıktı!Geçirdiğimiz her sene için sevgi dolu sözler yazmıştı.

1997'deki resmimizin içinden çıkan zarf ise simsiyahtı. Ve içinden şu sözler çıktı:"14 Mart 1997/Gözlerin bana başka birine dokunmuş gibi baktı/Söylemene gerek yok,biliyorum..." 2002'deyiz. Onu kaybedeli 4,aldatalı 5 yıl oluyor.İçim acıyor şimdi.Çünkü kadınlar biliyor, hissediyor... seviyorum diyenin sevgisinden şüphe et,çünkü; aşk sessiz,sevgi dilsizdir...

19 Şubat 2008 Salı

Avrasya`nın En Büyük Turizm Buluşması EMITT Fuarı




EMITT Fuarı nedir?Bir turizm fuardır ve dünyada benzerleri arasında ilk on içerisinde gösterilmektedir. Peki bu süpürgeli cadının bu fuarla ilgisi nedir?İşte açıklıyorum ... Ben istifa ettim ve kendimi artıkın turizme adadım.Para biriktirip biriktirip bir otel acıcam, sonrada Türkiye’nin turizm alanında tek uluslararası fuarı olan EMITT (Doğu Akdeniz Uluslararası Turizm ve Seyahat Fuarı) 'te de en iyi ,en mükemmel,en süper,en müthiş ve en,en,en ...işletmesi olaraktan boy göstericem.Lakin henüz nakit sıkıntım var bir kaç yüzyıl bekleyin he. Rüyalarınızın tatili benden.
Neyse canım şaka bir yana, gelelim bu şık ve güzel organizasyonla asıl ilgime.Ailece her geçen gün yaşamaktan zevk aldığımız , mutluluk duyduğumuz, doğduğumuz değil ama doyduğumuz yurdumuz olan Bartınımız ile ilgili hoş ve gurur verici birazcık da sesiz sakin kalmış bir haber benimkisi.
Yeşiliyle, mavisiyle ve son günlerde de beyazıyla her geçen gün büyülendiğim güzel ilim bu muhteşem organizasyona katıldı.


EMITT 2008 14-17 Şubat 2008 tarihlerinde TUYAP- Beylikdüzü Fuar alanında 12. kez turizm profesyonellerine merhaba dedi ve ilimizi burada Sunset İnkumu, Grand Astra ve Karpet otel olmak üzere üç turizm işletmesi tanıttı.
Bakın fuarda güzel Bartınımız'ın sloganlarına
“KÜLTÜR KENTİ BARTINI KEŞFEDİN”,
“SULAR KENTİ BARTINI KEŞFEDİN”,
“DENİZLERİMİZ MAVİ VE TURKUAZ, KIYILARIMIZ YEMYEŞİL - GÖRDÜNÜZMÜ!”
Yahu siz hala orada mısınız kuzum? Hazırlayın bakalım valizlerinizi ne duruyorsunuz.Şu aralar kar kış istemem diyorsanız şöyle bahara yaza yapın planlarınızı pişman olmayacaksınız. Burası süper süper.......

10 Şubat 2008 Pazar

ARDA EVDE TEK BAŞINA


Benim böceeemin adı Arda Yiğit.Ama ben onu bebekliğinden beri böceeem diye severim.Çok sevimlidir Maaşallah.Bir de süper fikirleri vardır ki sormayın.Halasında ikamet ettiğimiz yaz tatilimizin büyük bölümünü kablolu tv de National Geographic Kids kanalını izleyerek geçirir, o zaman okuyup yazamadığı için bütün deneyleri bize yazdırmak süretiyle eve dönüldüğünde de bir fiil uygular.

Bu tatil boyunca uzaya taktı bir de.Kısacık Ankara seyahatimizde uğradığımız kitapçımızda hep uzayla ilgili kitapları seçti durdu,çok da önemli bir karar verdi kendince "Astranot" olacak.Tabi hayali hep NASA'da çalışmak olan babamızda yüreklendirinca uçtu bizimki. Mekikle şöyle fırlatılacakmış,böyle zıplaya zıplaya uzaya inecekmiş falan filan....

Anacım iyide ben pilot dahi olmasını istemezken , ayağını yerden kesmeyecek akıllı başlı bir işi olsun diye dua ederken , adam dünyayı bile terk edecek.Yok canım imkansız.Oğluşum astranot olacak kadar istekli ve başarılı olsa dahi yok imkansız.... Ben de sıkışırım mekiğin bir köşesine , alırım örgümü bakarım şöyle uzayın derinliklerine,yıldızlara,ay yüzeyinde zıplayan çocuğum ve diğer meslekdaşlarına .Nolcakki ses de çıkarmam, yemek, temizlik neyin de yaparım bakarım koç gibi orda hepsine.

Gerçi böceğimin bu şekilde davranması çok normal genleri , dedim ya baba Nasa meraklısı ben de hep bir teleskopum olsun istedim.

Şöyle deniz kenarındaki teraslı evimde, sıcak yaz gecelerinde, ılık ruzgar saçlarımı nazik nazik savururken sadece denizin sesi ve kokusu eşliğinde teleskopumla , uzayın derinliklerine dalmak huzur huzurlu ne güzel olurdu.

Her neyse ne anlatacaktım ne oldu bak.Benim böceğim aynı zamanda çok da yaratıcıdır ve üreticidir.Ne fikirler üretir sormayın.Hah işte üretilen ve faaliyete geçirilen o möthiş fikirlerden birini anlatıcam şimdi.

Bir kaç kez şöyle bir komşuya geçimlik evde bıraktığımız oğlumuzu ilk kez çarşıya gidimlik yalnız bırakacaktık o gün."Annecim hiç korkma kimselere açmam ben kapıyı,sorarım kim o diye, cevap yoksa kapı açmak da yok. Sen git git"diyerek beni büyüdüğüne inandırmaya çalışmıştıysa da o yaşını görürümüyüm ama 50 yaşına da gelse o benim için hep çocuk kalacaktı (bak bunu annem yapınca hep kızıyodum haklıymış kadın)."E peki o zaman ama bak cep telefonunu bırakıyorum bir sorun olursa ara emi annecim" diyerek , yüreğimi ağzıma almak ve aklımı evde bırakmak süretiyle çıkmıştık bir kere yola. Kendisi gelmek istememiş evde kalmayı tercih etmişti, ama evde tam tıkır kuru bakırdı ve ihtiyaçlar acildi.(Sanıyorum şu an savunma mekanizmam çalışıyor)

Henüz çarşıya gelinmişti ki cep telefonu çalmaz mı. "anneeeeeeee yutube nası yazılıyo şarkı indircemde" ağza çıkan yürek yerine yerleştikten sonra "bak annem kuyruklu v sonra......" neyseki sorun yoktu.Ancak ikinci çalışta tatmamdı. Hırsız falan gelmişti veya yangın çıkmıştı telaşı ile açılmıştı telefon "annnnnnnnnnnneeeeeee ne zaman geliceksiniz" "sıkıldın mı oğlum sana ne aburlar cuburlar aldım, azcık daha, biraz sonra" "yok anne gelmeyin hemen siz zaten" .

Hök! Hı !... Bu ne olamaz evde bir şeyler karıştırıyor. 3 yaşında da bütün cifi leğene doldurup lavaboya sandalye dayayarak suyla bıcı bıcı yapmamış mıydı iki arada bi derede bu böcek. Hadi durmak yok eve marş İnşallah bütün ev batmadan yetişiriz.

Bu kez sürekli arayan ben olaraktan "oğlum napıyosun sen annem" ler başlamış o ise her seferinde telaşlı telaşlı "daha gelmeyin yaaaaa" sözcükleriyle cevap vermişti. Artık olay anlaşılmıştı evde bir şeyler karıştırılmaktaydı ama ne.....

Kapıyı üçüncü çalmamızda sesizce açıp kaçan bir karartıdan sonra koridorda görülen manzara inanılmazdı.Fayanslar kıpkırmızı lekelerle doluydu . Bayılmak üzereydim ,bu kan olabilir miydi endişesini yaşarken kocacımın attığı kah kaha ile birazcık sakinleşmiştim koridorun diğer ucunda özenle kesilerek yapılmış ve eline koli bandıyla yapıştırılan tabancası ile öylece yatan karton bir adam duruyordu. İşte o esnada yıldırım gibi her tarafı ilginç aletlerle donatılmış oğlum göründü. "Annneeeeeeee bak kötü adamı evde tek başınadaki çocuk gibi yakaladım, bayıltım onu, dikkat edin her an ayılabilir."

Çok şükür yerdeki kan benzeri lekeler haricinde sorun yoktu minik oğlumuz kendince eve giren kötü adamı bir güzel haklamıştı.Peki o lekeler nasıl elde edilmişti, onlar neydi?
Hiç inanmayacaksınız ama benim dahi oğlum kan süsü verebilmek için evdeki bütün narları sıkıp sıkıp kan lekeleri elde etmişti,neyseki sadece fayanslara sıkarak annesini yolluk silme derdinden kurtarma inceliğini göstermişti........

5 Şubat 2008 Salı

UNUTAMADIM NE OLUR ANLA BENİ



Canım arkadaşım İncefikirlim'in sitesinde gördüğüm ve çok beğendiğim kelime oyunlarına katılmak istedim ben de.Konumuz ertelemek/ertelenmek üzerine.....


Henüz yedi yaşında olmasına rağmen çevresinde olup biten, bütün o ciddi gelişmelerin fazlasıyla farkındaydı.Evdeki telaş, endişeli yüzler,koşuşturmalar,sık sık edilen dualar,habire hastaneye gidiş gelişler, sanki bütün olup bitenler,onları ileride önemli gelişmelerin bekleklediğinin habercisiydi.

Sormak için her teşebbüsü annesinin "dur bakalım her şey belli olsun hepsini anlatacağım merak etme anneciğim " demesiyle engellenmişti. Çok meraklanıyordu. Taa ki annesi ve yakın bir arkadaşının konuşmasına istemeden... yo hayır aslında ayıp da olsa isteyerek, kulak misafiri olmasıyla merak ettiklerini öğrendiği güne kadar.

Babasının her ne ise, guatır hastası olduğu anlaşılmıştı.Bu hastalık babannesinden geçmişti, ona göre galiba bulaşıcıydı.Aslında büyüdüğünde hastalığın ırsi olduğunu öğrenecekti, ancak o minik kafasıyla anlayamayarak bulaşıcı sanmıştı. Acaba babaannesi bütün aileye bulaştırmış olabilir miydi?

Çok önemli bir hastalık olmamasına rağmen babasının ki çok büyümüştü.Henüz tahlil ve röntgen sonuçlarını bekliyorlardı.

Nihayet merak ettiklerini öğrenmeyi başarmış, çok önemli olmadığını duyduğu için de sevinmişti.Annesine de sitem etmişti içten içe sanki daha önce söylese ne olacaktı ki çok şükür çok önemli bir şey değildi işte.

Tahlil ve röntgen sonuçlarının alınacağı gün anne ve babasının yüzlerindeki o endişeli ifadeyi yıllar sonra bile hep hatırlayacağını neden bilebilirdi.

Annesi ondokuzunda evlenmiş,yirmisinde onu doğurmuş yirmiyedi yaşında genç bir kadındı. İnsanlar onu her zaman dobra dobra olduğu için severlerdi.Asla kimsenin arkasından konuşmaz söylenmesi gereken ne ise yüzlerine söylerdi."Bıçkın bir delikanlı gibidir benim karım derdi babası hep, tutuğunu koparır, hiç bir iş elinden kurtulamaz"

Eeee kurtulmaz kurtulmazdı da, peki sonuçları aldıklarında o koskocaman yürekli,her işi başarabilen, dağlar gibi güçlü annesi neden böyleydi.Sanki kolu kanadı kırılmış, gücünü yitirmiş bir kartal gibi çaresiz...

Ne kardeşinin ne de onun varlığına dikkat edecek durumda olmadan her şeyi bir bir anlatıvermişti tüm ev ahalisine ."Bu hastalık ahtapot gibi sarmış yüreğini,ne ucu varmış ne bucağı, bulamamışlar işte . Eğer bir ucunu bulurlarsa ameliyata alacaklar yoksa yapılacak bir şey yok dediler yaaaaa yooookkkk" diyerek ağlamaya başlamıştı.

Ne demekti yapılacak bir şey yok , ne yani babası ölecek miydi şimdi? O ve kardeşi de başlamıştı anneleriyle birlikte ağlamaya .Birden çocuklarının varlığın farkeden annesi hemen her ikisin de kucağına oturtarak sakinleştirmeye çalıştı."Korkmayın annecim hiç bir şey olmayacak,babanız çok iyi olacak,Allah onu bize bağışlayacak.Hem daha yapılacak o kadar çok güzel şeylerimiz var ki."Bu sözler ne annesini ne de kardeşleri susturabilmiş birbirlerine sarılarak dakikalarca öylece ağlamışlardı.

Bir kaç gün böyle ağlamaklı ve sesiz bir yuva oluvermişti,o eğlenceli yuvaları.Hiç babalarının yanından ayrılmıyorlar,hep onu öpüp kokluyorlardı.Moral vermek için onu güldürmeye çalışıyorlar ama kendileri bile güldürmeyi başaramıyorlardı.

Artık, son tahlil ve röntgen sonuçlarının alındığı gün çıka gelmişti.Pencereden anne ve babalarını gelişlerini gördükleri an, anlamışlardı iyi bir şeylerin olduğunu.Gülerek, hızlı adımlarla ve bir müjde vermek için sanki uçarak geliyorlardı.

Evet babasının ahtopotunun kolu bulunmuştu ve ameliyat günü belli olmuştu.Evlerine bayram mı gelmişti ne....
Hemen hazırlıklara başlandı.Babasının hastanede ne kadar kalacağı belli olmadığı için annesi büyük bir çanta hazırlamıştı.
Ameliyat anı geldiğinde kendilerini her zaman şevkatle kucaklayan, hayatta olup bitenleri büyük adamlarmış gibi onlara özenle anlatan, karşılaşılan her zorluk için çıkış yollarının varlığını öğreten, bazen bir jöle kadar yumşak , bazen sert; ama her zaman dimdik babasını sedyede görmek içini kanatmıştı, tırmalaya tırmalaya. "Olsun" dedi sessizce kendi kendine "şimdi iyi olup gelecek".
Hiç bu kadar uzun geçmemişti zaman.Ama sonra öğrendi ki gerçekten de çok uzun sürmüştü ameliyat.Dile kolay tam yedi saat sonra çıkarmışlardı babasını.Doktorun söylediğine göre Türkiye'nin ikinci büyük ameliyatıydı ve çok güzel geçmişti...
İşte hiçbir zaman unutmadı o kötü anları küçük kız. Otuzbeşine geldiğinde bile unutmadı . Babaannesinin bulaştırdığı guatır hastalığını, sağlığına inat aldırmayı ertelemesi belki de hala unutamadığındandı.
ÇOK ÖNEMLİ NOT:Bebek ve çocuklarda; büyüme ve gelişme geriliği, zeka düzeyinin akranlarına göre en az 13.5 puan daha düşük olması, öğrenme yeteneği ve okul başarısında azalma, gebelerde düşük ve ölü doğum riskinde artma ve her yaşta guatr, iyot yetersizliğinin oluşturduğu önemli sağlık problemlerinden sadece birkaçıdır.